Автор: Пользователь скрыл имя, 08 Января 2012 в 19:22, сочинение
Yoshihiro Francis Fukuyama, 1952 yılında , etnik Japon, sosyal bilimciler , tamamen Amerikan yaşam tarzı kabul edilen ailede Şikago'da doğdu. Fukuyama Japon kökenli olsa da Japonca konuşmuyor, fakat Fransca ve Rusça biliyor.
1970 yılında klasik edebiyat okumak için Cornell Üniversitesi’ne girdi ve 1974 yılında siyasi felsefe lisans derecesi aldı.
Francis Fukuyama’nın biografisi
Yoshihiro Francis Fukuyama, 1952 yılında , etnik Japon, sosyal bilimciler , tamamen Amerikan yaşam tarzı kabul edilen ailede Şikago'da doğdu. Fukuyama Japon kökenli olsa da Japonca konuşmuyor, fakat Fransca ve Rusça biliyor.
1970 yılında klasik edebiyat okumak için Cornell Üniversitesi’ne girdi ve 1974 yılında siyasi felsefe lisans derecesi aldı. Fukuyama karşılaştırmalı edebiyat oranında Yale Üniversitesi'nde eğitimine devam etti ve ardından Harvard'da siyaset bilimi kuruna değiştirdi. 1977 yılında Orta Doğu'da Sovyet dış politikası üzerine doktora tezini savundu.
Kariyerinin başlarında kendisini akademik bir bilim adamı değil, siyasi analist olarak düşündü. 1979 yılında RAND şirkette çalışmaya başladı - 1990'ların sonlarına kadar aralıklı olarak tescil edilmiştir. RAND Güvenlik için ABD Hava Kuvvetleri Araştırma Enstitüsü tarafından hazırlandı. 1981 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı çalışmak için davet edildi. ABD Dışişleri Bakanlığında Politika Planlama Dairesinde Ortadoğu uzmanı ve Genel Direktör Yardımcısı olarak çalışmıştır. 1981-1982 yıllarındaki Mısır-İsrail Görüşmelerine ABD heyeti üyesi olarak katılmıştır. Bush iktidarda olduğu zamanında Fukuyama Almanya'nın birleşmesi tahmini ettiğinden ün kazandı ve birinci kim açıkça Varşova Paktı dağıtılmasını talep etmeye başladı.
Fakat en büyük tanınmışlık Amerikan bilimci ‘’Tarihin sonu ve son insan’’ çalışmasından dolayı kazandı. Bu çalışma 1992 yılında yayınlandı, Bu kitabın temeli 1989 yılında Fukuyama tarafından ‘’National interest’’ dergisinde ‘’Tarihin sonu mu? Başlıkılı bir makalede yayınladı. Fukuyama bu tezinde dünyanın sonunu kastetmemiştir. Fukuyama, Tarihin sonu iddiasıyla kısaca demek istiyor ki; “insan düşünsel evrimini tamamlamış ve Batılı Liberal Demokrasi’ye (Liberal Kapitalizme) ulaşmıştır. Liberal Demokrasinin, Liberal Kapitalizmin alternatifi yoktur. İnsanlar bütün medeniyetleri denemişler, en sonunda Liberal Demokraside karar kılmışlardır. Liberal Demokrasi alternatiflerini yok etmiş, yenmiştir.”
Fukuyama "tarihin sonu" kavramının yazarı olmadığını açıkça söylüyor, ayrıca Georg Friedrich Hegel tarafından kurulan fikirler sonra da Karl Marx ve Alexandre Kojève eserlerinde geliştirmeye devam ediyor.
"Tarihin Sonu ve Son İnsan" kitabı bilimsel basında ve gazetecilik çevrede geniş eleştiri almış. Çoğu yorumcular liberal demokrasiye aşırı bağlılık, olayların değerlendirilmesinde seçicilik ve gerçekler seçimi, ve İslamcılık gibi hareketin önemini küçümsemeyi işaret ediyorlar.
Francis Fukuyama kitap yayımlanmasından sonra ortaya çıktı tartışmalara aktif bir rol aldı, ancak sonra o yavaş yavaş daha önce belirtildiği görüşlerini revize etti
1990'larda, Fukuyama sosyal bilimci olarak çalışmaya başladı akademik uzman olup birkaç entelektüel çok satan kitap olan yazar tanımlanıyor. Bunlar: Güven (Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması) 1995 yıl; Büyük Çözülme 1999 yıl; İnsan Ötesi Geleceğimiz Biyoteknoloji Devriminin Sonuçları 2002 yıl; Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim 2004 yıl. 1996 – 2001 yıllında Fukuyama, George Mason Üniversitesi Kamu Politikası ve Kamu Politikası Okulu Profesörü idi.
2001-2005 yılında - Biyoetik ABD Başkanlık Konseyi üyesi. Fukuyama, 2005 yılının Temmuz ayı itibariyle Johns Hopkins Üniversitesinde uluslararası iktisat politikası öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve The American Interest Dergisinin yayın kurulu başkanlığını yürütmektedir.
Fukuyama defalarca transhumanism (Transhümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin arttırılması ve yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönlerinin ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğini öne süren uluslar arası bir entelektüel ve kültürel harekettir), eleştirdi,onun görüşüne göre transhumanism «en tehlikeli fikirdir» Ayrıca, Fukuyama insan klonlama teknolojisi, genetik mühendisliği, zeka, insan vücudu iyileştirmeye yönelik diğer teknolojilerin bir dizi geliştirmek için nootropics kullanmanın pratik eleştirdi. Fukuyama transhumanism karşı temel itiraz onun görüşüne göre, eşit haklar fikri adamın iyileştirilmesi ile uyumsuz olmasıdır.
Bilime girince Fukuyama Amerika'nın siyasi hayata katılmak devam ediyor. Fukuyama yeni muhafazakarlar arasında yer alıyordu. Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılması için aktif savunan, Fukuyama, ancak, 2003 yılında Irak'ı işgal için ABD hükümetinin kararına destek vermedi, ve yeni muhafazakarlığın fikrini gözden geçirdi. Fukuyama’ya göre, liberal demokrasi zorla uygulanamaz. Aynı zamanda liberal demokrasinin ortaya çıkması için biraz anıklık gerekiyor, anıklık yoksa liberal demokrasi kurması olamaz.
Fukuyama, Rusya'nın gelecekteki gelişimi hakkında eleştirel tutum tanınıyor. Bu eğilimi duraklatmak için yöntemlerden biri yurt dışından siyasi baskıdır. Örnek olarak ‘’Açık mektup’’ söylebiliriz (2004 yıl). Bu açık mektupte dünyaya tanınmış Amerikan ve Avrupalı politikacilar, Fukuyama dahil olarak, Rusya’nın başkanın Putin’in otoriter emelleri suçlayarak ve bu nedenle Batı başkanlara Rusya ile stratejik ortaklık yeniden gözden geçirmek çağırıyor. Ancak Rusya'nın Avrupa ülkelerinin yolunda geliştirmek gerektiğini Fukuyama’nın hiç şüphe yoktur. Ama bu süreç, hatta yıllardır uzun bir zaman alacak, diyor bilimci.
Fukuyama Türkiye hakkında çok şey yazdı. Fukuyama: ‘’Avrupalı olsaydım kapımı Türkiye'ye kapamazdım’’ demişti. Türkiye ekonomik olarak modern ve sağlıklı bir demokrasiye sahip. Beni daha çok kaygılandıran hukukun üstünlüğü. Bu çok tehlikeli, çünkü demokrasi sadece çoğunluğun oyu değil, insanların hükümeti eleştiri hakkını ve serbestçe politikaya katılımını koruyan yasal düzendir de. Din ve modernleşme hakkında: Din insanların yaşamının bir parçasıdır. Demokraside katı bir şekilde din karşıtı olamazsınız. Dindar ve laik taraflar arasında karşılıklı bir uyum olmalı. AK Parti gibi dini nitelikli partilerin siyasete girmesiyle, bazı temel çizgilerin üzerinden geçmemek konusunda dikkatli olunmalı. Modern demokratik düzende dinin günlük yaşamda varolmasına izin verilirken devletle belli bir mesafe korunur.
Türkiye'nin
dış politikası: Türkiye, Arap dünyasında etkisini yaymada başarılı
oldu. Bu diplomasisinin bir sonucu. Ama bu ABD, Avrupa ve İsrail gibi
ülkelerle ilişkileri pahasına olursa çok kötü. Zira Türkiye bu
gücünü geniş yelpazede ülkelerle ilişki kurarak maksimize etti.
İslam'ın Türkiye'nin dış politika kimliğinin büyük bölümü haline gelmesi bir risk olur. Çünkü Türkiye'nin modernleşmesini, Avrupa ile ilişkileri ve demokratik, modern, açık kurumları muhafaza etmesi sağlıyor. Avrupalı olsaydım kapımı Türkiye'ye kapatmazdım. AB'ye girmese bile Türkiye, herkese karşı açık olarak gücünü çoğaltacaktır.
Francis Fukuyama’nın teorisi
Fukuyama’nın
şöhreti büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrası kaleme
aldığı “Tarih’in Sonu (The End of History)” adlı
çalışmasından kaynaklanmaktadır. Aslında Karl Marks’ın komünist
toplumu ve komünizm teorisi de farklı bir tarihin sonu teorisidir.
Aynı Marks gibi ünlü Alman düşünürü Hegel’den fazlasıyla
etkilenen Fukuyama, benzer şekilde tarihin sonunu teorileştirmiş
ancak Marks’tan çok farklı bir son öngörmüştür. Fukuyama’ya
göre en uygun yaşam biçimi ve toplumsal düzen liberalizmdir. Fukuyama’ya
göre monarşik yapılar, imparatorluklar, dini merkezler hep liberal
düşünceyi ve onu savunanları alt etmeyi amaçlamış, ancak zaman
içinde Liberalizm hep üstün gelmiştir. Komünist ve Faşist rejimler
de geçmişte ortaya çıkmış Liberalizm’in diğer anti-tezleridir.
Ancak Fukuyama’ya göre Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Batı bloğunun
galip gelmesi, buna ek olarak Çin ve Rusya gibi ülkelerin Batılı
sistemlere yönelmeleri liberalizmin nihai zaferinin gerçekleştiğini
ve artık tek bir yol olduğunu gösteriyordu. Fukuyama’nın düşüncesine
göre Batılı değerlerin yayılması bir süre alacak ve Üçüncü
Dünya ülkelerinin istikrarlı hale gelmeleri uzun sürecek ama nihayetinde
mutlaka tüm dünya liberal demokrasiye ulaşacaktır. Fukuyama dinsel
fanatizm, sol eğilimler ve etnik milliyetçiliği liberal demokrasinin
düşmanları olarak göstermektedir.
FRANCIS FUKUYAMA’NIN DEMOKRASİ ANLAYIŞI
Liberalizmin iktisadi ve siyasi olmak üzere iki yönü vardır. Fukuyama, ekonomik liberalizmin temel ilkelerini, özel mülkiyet ve piyasa
eksenindeki özgür ekonomik faaliyet ve ilişkiler olarak belirlemiştir. Siyasi liberalizm, girişim ve ticaret özgürlüğü şeklinde özetlenebilen ekonomik
liberalizmin, tamamlayıcısıdır. En genel hatlarıyla, çoğulculuk, genel katılma,
çoğunluğun yönetme hakkını ifade eder. Çoğulculuk, birbirinden farklı düşüncelerin bulunması ve bunların siyasi ve hukuki düzlemde varlık kazanmaları anlamına gelir. Düşünme, düşünceleri açıklama ve bunlar etrafında örgütlenme hakkını kapsamaktadır. Genel katılım, farklı düşüncelerin siyasi alanda ifade edilebilmesi, herkesin oy kullanma, seçme ve seçilme yoluyla siyasal iktidarı belirleyebilmesidir
Liberal demokrasinin, bireylere devlet karşısında tanıdığı bu hak ve özgürlükler. Fukuyama, sınıflandırmayı sivil haklar, dinsel haklar ve siyasi haklar arasında yapmaktadır. Sivil haklar, bireyin, kişiliği ve mülkiyetiyle; dinsel haklar, dinsel inançları ve ibadetleriyle; siyasi haklar ise, yönetime katılımıyla ilgili olan, denetimden bağımsız olduğunu gösteren haklardır.
Liberal demokrasi çerçevesinde devletin rolü, yurttaşlarını korumak, haklar tanımak, bu hakları kullanmalarının önündeki engelleri kaldırmak, ancak zorunlu olduğu durumlarda, belli insani ilkeleri aşmadan, sınırlamalara gitmektir.
Ancak istikrarlı bir liberal demokrasinin oluşmasında, çeşitli kültürel engeller vardır. Bunlardan ilki ulusal, etnik ve ırksal bilinçle ilgilidir. Ulusal bir birlik duygusu, demokrasinin kurulması bakımından önemli olmakla beraber, farklı gruplardan kişileri dışlayacak kadar gelişmesi ve insanların kendilerini, sırf bu nedenlerle, diğerleriyle eşit hissetmemesi bir engel teşkil eder. İkincisi, dinin eşitlikçi ve hoşgörülü olmaktan uzaklaşmasıdır. Üçüncüsü, büyük çaplı sosyal eşitsizlikler ve devletin bunun karşısındaki tutumu; dördüncüsü, kişilerin, grup bilinciyle kendilerini yönetme yetilerinin gelişmemiş olmasıdır. Ayrıca kültürel etkenler, demokrasi için zorunlu değil, çünkü demokrasi söz konusu olduğunda, kültürel değil siyasi koşullar belirleyici rol oynar.
Fukuyama, liberal demokrasinin tarihin sonu olduğunu söylerken, dünya üstünde hala bir takım eşitsizliklerin bulunduğu, herkesin aynı şekilde tatmin olmadığı gerçeğini reddetmemektedir. Ancak O’na göre işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar, liberal demokrasilerin eksikliği ya da kusuru değildir. Bütün liberal toplumlar, zaten eşitsizlik nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Fukuyama’nın demokrasi anlayışı çerçevesinde en çarpıcı
açıklaması, tarihin sonuna gelindiği, bu sonun
liberal demokrasi olduğu ve dünyada
alternatif olabilecek her hangi bir rejimin
bulunmadığıdır .
Fukuyama'nin Demokratik Olmayan Rejimleri Eleştirisi
Fukuyama’ya göre, liberalizm her devletin kaçınılmaz ve nihai sonudur. Bu iddiasını pekiştirmek için, diğer dünya görüşlerinin uygulamadaki sonuçlarını, olumsuz yönleriyle ortaya koymuş; örnek olarak sağ otoriter rejimler, sol totaliter rejimler ve islamı göstermiştir.
Sol Totaliter Rejimler
Komünizm, ortak mülkiyet ve sınıfsız toplum düşüncesine dayanan, eşitlik temelli dünya görüşünü ifade eder. Genel hatlarıyla özel mülkiyet yerine kamu mülkiyetini, işbölümü yerine işbirliğini ve komünal dayanışmayı, liberal demokrasinin bireyci özgürlük anlayışı yerine herkesin kendiliğinden başarması gereken özgürleşme ve bağlarından kurtulmayı esas alır.
Fukuyama, sol totaliter rejimlerin, liberal demokrasinin bireysel özgürlük anlayışı karşısındaki, güçlü devlet, zayıf sivil toplum yapısını eleştirmektedir. O’ na göre devletin, kişilerin yaşamını tüm ayrıntılarıyla denetlemesi, geleneksel otorite kurumlarıyla (din, dil, aile, tarih örnek verilebilir) bağlantılarını kesmesi, mevcut ilişkileri ve değerleri değiştirmesi hep aynı güçlü devlet idealinin yansımasıdır.
Buna bağlı olarak, başlangıçta eşitlik ve refah dileğiyle zorlamaya karşı gelmeyen fertlerin, bir zaman sonra, gereksinim ve beklentilerinin karşılanmamasından ötürü, içinde yaşadıkları düzenin temel ilkelerine inançlarını yitirmeleri tehlikesi her zaman vardır. Ekonomideki kötüleşme, kişilerin düzenle ilgili inançlarını zedelemektedir. Fukuyama’ya göre, kapitalizm çerçevesinde serbest piyasa ekonomisinin egemen olmayışı, zaten ekonomide zayıflamaya neden olacaktır. Ayrıca meşruiyetin bulunmayışında, iyi konumdaki kişilerin rahatsızlığı, diğerlerine oranla daha önemlidir ve çöküş dönemini hızlandırır. Bu ise sol totaliter rejimlerde kaçınılmazdır.
Sağ Otoriter Rejimler
Sağ otoriter rejimler ya faşizm ya da askeri diktatörlük biçiminde karşımıza çıkar. Faşizmin genel öğelerinin, kişisel haklar yerine ödevlerin ağır basması, eşit ve evrensel olmayışı, ulusal çıkarların ve devletin ön planda bulunması, ekonomik sorunların çözümünde bağımsız bir teori geliştirilmemesi, dış dünyaya karşı saldırgan bir milliyetçiliği beslemesi, ırkçı bir politika gütmesi, parlamenter rejimin temel ilkelerinin reddedilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Fukuyama’ya göre meşruiyet, sadece sol totaliter rejimlerin değil, aynı zamanda sağ otoriter rejimlerin de temel sorunudur. Sağ otoriter rejimlerde bu sorun iki şekilde ortaya çıkar. Ya faşizm egemendir ve insanlar demokrasi ile eşitliğin dışarıda bırakıldığı yüksek bir ülkü etrafında birleştirilirler. Ya da mevcut toplumsal düzeni sağlamanın ötesinde bütünsel bir amacı olmayan, askeri diktatörlükler, bu amacı gerçekleştirmek için görevi devralırlar.
Özetle faşizm ya da askeri diktatörlük görünümüyle tarih sahnesinde yerini alan otoriter rejimler, uzun süreli meşruiyet sağlayamadıkları ve demokrasi karşısında kuvvetli bir seçenek sunmadıkları için daha baştan eksik ve yetersizdir.
İslam
İslam, toplumsal yaşama ilişkin bir takım ekonomik ve siyasal düzenlemeler getirmesi bakımından, diğer dinlerden ayrılmakta, bütünsel bir ideoloji olma özelliği
de taşımaktadır. O’na göre, İslam sadece şu anda kabul gördüğü ülkelerde gücünü devam ettirebilir ya da en fazla eski yandaşlarını yeniden kazanabilir.
İslam dünyasını diğer dünya kültürlerinden ayıran şey, demokrasinin temel
ilkelerinden olan dinsel hoşgörüyü reddeden tek sistem oluşudur. Batıda, devletin dine hizmet etmek yerine, dinsel hoşgörü ve çoğulculuğu benimsemesi, İslam anlayışıyla uyuşmamaktadır.
Radikal
islam Avrupa faşizmi gibi
‘‘Biz şu anda radikal bir islam hareketini yaşıyoruz. Bu İslam
dininin içerdiği bir özellik değil. Geleneksel olarak kültürel
bir islam hareketi midir veya modern bir hareket midir' dediğimiz zaman
İslamcılığın modern bir siyasi hareket olduğuna inanıyorum. İslamcılık
20. yüzyılın başlarında faşizm, komünizm gibi başlamış olan
harekettir. Yani dini politik bir siyasi araç olarak kullanmak hareketidir.
Sınır çatışması, partiler toplumların biraraya gelmesi şiddetin
artması ve şiddetin devletleştirilmesi, resmileştirilmesi 1920'li
Avrupa'da faşizm hareketi yaşandı. Ayrıca Mısır'da da İslami
Kardeşlik Hareketi ortaya çıktı. Yani paralel hareketlerdir bunlar.
Burada orjinal, geleneksel bir İslama dönüş hareketi olarak tanıtılıyor.
Bunun yanısıra sosyolojik ve toplumsal açıdan İslamcılık ile
Avrupa faşizmi arasında bir benzerlik olduğunu düşünüyorum.’’
Fukuyama’ya Yöneltilen Eleştiriler.
Francis Fukuyama’nın tarihin sonuna erişildiği ve tüm dünya için düşünülebilecek en iyi rejimin liberal demokrasi olduğu tezi, iddialı yapısı dolayısıyla, çok sayıda eleştiriye neden olmuştur.
Fukuyama’ya ‘Medeniyetler Çatışması’ teziyle karşı çıkan Samuel P. Huntington, tarihin devam ettiğini, buna dayanarak liberal demokrasi ve hukuk devletinin evrenselleşmediğini, çatışmaların sürdüğünü belirtmiştir. O’ na göre, yeni dünyadaki mücadelelerin gerçek nedeni, ekonomi yahut ideolojiler değil, kültürler arası farklılıklardır. Fukuyama, kültürel faktörlerin varlığını reddetmemekte, hatta bunlara bazı durumlarda demokrasiye geçişi engelleyici rol tanımaktadır. Ancak O’na göre, asıl belirleyici kültür değildir. Demokratikleşme sürecindeki siyasi tutum, kültürden daha belirleyicidir.
Fukuyama’nın tarihin sonu teziyle
ilgili şüpheleri ve eleştirileri arttırıp, Huntington’un söylemini kuvvetlendiren en belirgin yakın tarihli olay, 11 Eylül saldırılarıdır. İşte bu noktada Fukuyama tezinin hala geçerli olduğunu ve yeni durumun bile liberal demokrasinin gücünü sarsamayacağını ileri sürmektedir.
Bu noktada İslamın, Fukuyama’nın tarihin sonundaki liberalizm anlayışına bir alternatif olabileceği iddiaları yoğunlaşmaktadır.Bu yöndeki eleştiriler, dünya nüfusunun önemli bir bölümünün müslüman oluşuna, bir zaman sonra İslami değerlerin, müslüman olmayan ülkelerde bile geçerli kılınması mümkündür
Fukuyama ise 11 Eylül’de ortaya çıkan şiddeti, İslam dünyasının, tarihin sonunun gerçekliğini sezerek, kapıldığı bir endişenin açığa vurulması olarak algılamaktadır. O’na göre, dünya siyasetine hakim olmaya devam edecek tek sistem, batının liberal demokrasisidir.
Tarihin Sonu teziyle şöhret kazanan Francis Fukuyama’ya getirilen
en önemli eleştirilerden biri kültürel temellidir ve basit olarak
ifade etmek gerekirse bu çalışmasının Liberalizm adı altında
Batı kültürünü ve değerlerini tüm dünyaya yerleştirmeye çalışıyor
olduğu şeklindedir. Fukuyama’nın teorisi getirilen bir diğer çok
önemli eleştiri ise ekonomi temellidir. Özellikle sol, sosyalist
kesimlerce dile getirilen bu görüşe göre Liberalizm’in yarattığı
eşitsizlik ortamında sınıfsal ve grupsal çatışmalar barışçıl
ve demokratik bir sistemin kurulabilmesini engellemektedir. Liberal
demokrasi ülkelerinin barışı yaydığı fikri de, yakın
dünya tarihi hatırlanınca, kuşku uyandırmaktadır. Neticede
Fukuyama’ nın demokrasinin üstünlüğü fikrine
katılmakla beraber, bunu açıklarken dayandığı
kaynakları ve gerekçelendirme biçimini tartışmaya açık
bulmaktayız.